Hüzünlü Veda..

Yasli ve yorgun

Yorgun omuzları, bir ömür süren çilenin ağırlığıyla çökmüştü. Yüzünde, kahkahaların uğramadığı, derin çizgilerle örülmüş bir harita vardı. Gözleri, hayatın acımasız rüzgarlarında solmuş, artık hüzünlü birer göle dönmüştü. O gözlerden süzülen her bir damla yaş, dinmeyen bir fırtınanın sessiz çığlığı gibiydi.

Nasır tutmuş elleri, toprağın soğukluğunu, emeğin yorgunluğunu, sevdiklerinin yokluğunu taşıyordu. Her bir çizgi, anlatılmamış bir hikayenin, çekilen bir acının, yitirilen bir umudun sessiz tanığıydı. O eller ki, bir zamanlar belki bir çiçeği okşamış, bir çocuğun saçlarını sevmişti; şimdi ise sadece yalnızlığın ve hüznün soğukluğunu hissediyordu.

Gün batımının kızıl rengi, yaşlı adamın kırışık yüzünde hüzünlü bir yansıma buluyordu. Sanki gökyüzü bile onun acısına ortak oluyor, kan kırmızısı bir veda sunuyordu. Dudakları aralık kalmış, içinden sessiz bir feryat yükseliyordu. Belki geçmişe dair bir pişmanlık, belki geleceğe dair bir korku, belki de sadece dinmeyen bir yalnızlık…

Rüzgar, kurumuş yaprakları savururken, yaşlı adamın titreyen omuzları daha da düşüyordu. Hayat, ona cömert davranmamış, gülmeyi çok görmüştü. Şimdi ise, ömrünün son demlerinde, kalbinde biriken hüzün, gözlerinden inci taneleri gibi süzülüyordu. Her bir damla, yitirilmiş bir baharın, söylenmemiş bir sevginin, yaşanmamış bir mutluluğun ağıtıydı. O, hayatın yorgun yolcusu, hiç dinmeyen bir hüznün sessiz abidesi olarak, alacakaranlığın içinde kayboluyordu.

Ömer Taylan Demir